– Paris Belediyesi, iklim değişikliğine dair hazırladığı eylem planında başkentteki mağazaların ışıklı pano ve vitrin ışıklarının mesai saatleri haricinde kapatılmasına karar vermişti. Kimse modanın başkentinde nasıl böyle bir karar alınır diye sorgulamadı. Karara uymayanlara karşı da bir sivil toplum örgütü harekete geçti, panoları kararttı. Türkiye, elektriğin büyük kısmını ithal ettiği doğalgazdan karşılıyor. Devlet emekli ve memura daha fazla maaş ödesin, sağlık alanında ücretsiz hizmet vermeye devam etsin istiyoruz. O zaman devletin gelirlerini artırmak kadar giderlerini de azaltmamız lazım. Gece yarısından sonra vitrin ışıkları yanmasa, gökdelenler aydınlatılmasa Türkiye daha az doğalgaz ithal eden, dövizi cebinde kalan bir ülke olacak.
– Yaş meyve-sebzenin yaklaşık yüzde 35’ini rafa gelinceye kadar heba ediyoruz. Çöpe giden bir kilogram domates aynı zamanda boşa gitmiş 50 litre su demek.
Çöpe atılan ekmeğe dair binlerce haber yapıldı ama şu serpme kahvaltı savurganlığımızın bize maliyeti 100 milyar liranın üzerinde bir israf kalemi. Fransa bazı kritik ilaçlarda hastalara kutu değil, ihtiyaçları kadar tane verme kararı aldı. Dünyada kanser hastalığında en fazla ücretsiz tedaviyi veren ülke olarak kalmaya devam ediyorsak, aile ya da işyeri hekimine evde bulunsun diye ilaç yazdırmaya çalışmaktan vazgeçmemiz lazım.
– Ziraat Bankası bu ülkede tarım gelişsin diye müthiş bir fedakârlığa katlanıyor. Damla sulama, güneş enerjisi, tarımda makineleşme için sübvansiyonlu krediler veriyor. Biz ne yapıyoruz, 3-4 dönüm yeri olan bile traktör alma sevdasına kapılıyor. Toprakları 20 traktör ile işlenebilecek köylerde 200 traktör var ve sayıları halen artıyor. Neden bu maliyete katlanıyoruz ki acaba? Bu işi bir düzene sokmak bu kadar zor olmamalı…
– Süt ve süt ürünü üreten büyük fabrikalar sütün litresine ödedikleri paranın 4 katını sütü toplamak için ödüyorlar. Bursa ve Balıkesir’den her gün onlarca süt tankeri yüzlerce kilometre yol gidip, Bergama ve Gediz havzasını dolaşıyor, süt topluyor sonra geri dönüyor. Süt yolda kesilmesin diye kullanılan kimyasala mı yanalım mazota mı? Kooperatif demeyeceğim zira güç yetmediği için sadece soğuk depolama yapmaya yetiyor üreticinin gücü, oysa butik üretim yapan mandıralara dönmek lazım. Bu noktada da devletin sermaye ve pazarlama desteği vermesi daha doğru bir yol.
– Devletin gelirlerini artırmak tek başına bize yetmeyecek. Devletin ciddi sübvansiyon sağladığı başta enerji olmak üzere ithalat kalemlerinde de tasarruf etmemiz lazım. Yine Fransa geçen sene tüm kamu binalarında sıcaklığı bir derece düşürme kararı aldı. Bu sayede milyonlarca Euro tasarruf etmiş oldular. Türkiye’de de bu tür önlemleri düşünmemiz ve uygulamaya geçmemiz gerekiyor.
– İnşaat sektörü geri dönüşüm oranımız neredeyse sıfır, evlerimiz bir gün lazım olur diye eski telefon ve bilgisayarlarla dolu, oysa hepsinin bir değeri var. E-atık Avrupa ve ABD’de çok ciddi paraların döndüğü, başta altın olmak üzere kıymetli iletkenlerin tekrar ekonomiye kazandırıldığı bir sektör. Evde kullanmadığımız bu tür eşyalara maddi değer biçecek ve vatandaşın harekete geçmesini sağlayacak bir düzen kurmamız gerek.
– Yolcusunu beklerken sıcaklık ayarı bozulmasın diye her gün yüzbinlerce makam aracı, milyonlarca dakika boşa çalışıyor. Devletin çocuklara dağıtılması için bastırdığı kitapları hurda olarak satan özel okullarla karşılaştık bu sene. Her hafta bir doktora gidip, hangisi daha iyi sınavı yapan teyzelerin yol açtığı hastane dakika kaybının hem parasal hem de gerçek tedaviye ihtiyacı olana zararı var.
– Sonuç olarak devletin gelirlerini artırmak kadar havaya savrulan, ithalata giden dövizi de azaltmamız lazım. Bunun yolu da tasarruf önlemleri almaktan geçiyor. Vitrinleri karartırken, içimizi aydınlatmak seçeneğini ıskalamayalım, bunun üzerine düşünelim derim…